ECDAD DİYARI CAN KIRIM!
Geçenlerde, TDSK (Türk Dünyası STK’lar Platformu) Basın ve Medya Kurulu Başkanı, Gazeteci Arkadaşım, Hakan DİKMEN aradı. Kırım konusunda bildiri hazırladıklarını, imza atıp atmayacağımı sordu. Memnuniyetle bulunduğum en üst makamın adını kullanarak imzamı attım.
Son derece önemli olan bu konuda, 370 duyarlı insanı bir araya getirdiği için TDSK’ya ve benim imzama vesile olan, Gazeteci Hakan DİKMEN dostuma şahsım adıma çok teşekkür ederim.
Bildiri gazetelerde yayınlandı, TBMM’nde, Konya Milletvekili, Sayın Fahrettin Yokuşlu tarafından okundu.
Kırım konusunda bildirimizi ciddiye alıp, gündemine alan, TBMM ve Sayın milletvekillerimize; bildirimizi okuyan Sayın Milletvekili Fahrettin Yokuşlu’ya teşekkürü ve minnetimi belirtmeyi de borç bilirim.
Bunlar yaşanırken;
Aklıma yaklaşık on ay önceden Kırım ile ilgili yazdığım “Kırım konusunda ne Rusya ne Ukrayna haklı sadece ve sadece Türkler haklı adlı yazım aklıma geldi. Sonra güncel olarak yaşanan, iki taraftan birinin bayrağıni sallamaya, sosyal şebekelerde fotoların yanında bayrak resmi koymaya kadar varan, Rusyalı haklı Ukrayna mı haklı taraftarlığı. Bu taraftarlığın, ilerde yaşanılacak olan Bunların arkasında kalan, tarihin tozlu raflarında kalan, beyinlerin en unutkan lobunda yer alan koskoca tarih, yaşanılan acılar.
Ah benim geçmişini unutup; geçmişini, şu anki güncel olayların, gelecekte yaşanacak olayların, altına alıp farkında olmadan ezim ezim ezen, bunu yaparken de çabuk unutma konusunda fazla iyi niyetli olan milletim.
Unutmayanlar unutmuyor o da ayrı!
Anlattığım bu sebep, anlatıpta kafa ağrıtmak istemediğim bir çok sebepten dolayı, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın adı bile anılmazken, on ay önceki yazımı, doğruları vicdanlarınıza birakarak tekrardan yayınlama gereği duyuyorum.
İşte o yazım:
Geçmişte yaşadığım sıkıntıları çağrıştırdığından olsa gerek, üniversite sınavlarında şimdiye
kadar hiç görev almadım.
Geçenlerde görev alacağım tuttu. Görev alınca eski anılarım canlandı. En son katıldığım
üniversite sınavına öğrenci olarak katılmıştım.
Yıllar önceydi;
Yıl 1996, heyecanla beklediğim şimdikinin ikinci sınavı, o zamanlar ÖYS diye adlandırılan
sınavın günü geldi çattı. Sınava girdim, yüzlerce soruyla güreşilerek geçen eziyetten sonra üç
buçuk saatlik sınav bitti.
Yanlış yaptıklarım da dahil en çok vakit harcadığım, düşündüğüm bir soru, daha doğrusu, beş
şıktan oluşan sorunun iki şıkkıydı!
Soru:
“Kırım hangi antlaşmayla Rusya’ya verildi?”
Küçük Kaynarca’mı, Yaş mı?
İki antlaşmada Kırım’la ve elden çıkmasıyla alakalı!
Uzunca bir bilgi çağrımı yaptıktan sonra Küçük Kaynarca olarak işaretledim.
Arkadaşlarımın anlattığına göre gittiğim dershanede aynı soruyu sınavdan iki gün önce
sorulmuş, sınava dinç girmek amacıyla sınava girmemiştim.
Otuz soruluk tarih soruları içerisinde sıkış tepiş geldiğim kalabalık olan otobüste işte o tarih
sorusu kafama takıldığından hala sınavım otobüste de devam ediyordu.
Küçük Kaynarca mı, Yaş mı?
Yanlış cevapladığım kanaatine vardım. Bir gün sonra yayınlanan cevaplar da, sınav sonucunu
bildiren sonuç belgesi de aynısını söylüyordu.
Otuz soruluk tarih sorularından yirmi dokuz doğru, bir yanlış!
Muazzam bir başarı oran olmasına, doğru bile olsa sonucu etkilemeyecek olmasına rağmen,
otuz sorudaki o bir soru, aradan otuz sene geçmesine rağmen hala kuyruk acımdır.
İşte benim Kırım merakım bu soruyla başladı.
Birazda kuyruk acısını azaltma isteğimin etkisiyle de olsa gerek; Kırım konusunda,
bir çok makale, romanlar okudum; bir çok film ve belgesel seyrettim.
Bunları yaparken;
Türk’ün yüz yıllarca süren Kırım Tarihi’ni gözlerim ve beynimle gezdim.
Turhan Tan’ın, “Hürrem Sultan” adlı romanında, roman boyunca Osmanlı Sarayı’na
gelmeden daha adı Aleksandra Lisowska olduğu sıralarda kaldığı Kırım Sarayı’ndaki
romandaki olayların geçtiği odalarında yaşadım.
Küçük Kaynarca ve Yaş Antlaşması imzalanırken kalplerden kaleme yansıyan titreme sesi acı
acı kalbimde de titredi!
Nermin Bezmen’in Kurt Seyit ve Şura kitabında, iki sevgilinin kaldığı Kırım’daki üzüm
bağlarında dolaştım; yorulunca da oradaki siyah üzüm asmaların gölgesinde oturdum
dinlendim.
Stalin’in emriyle 1944’te uygulanan yüz on bin Türk’ün ölümüne sebep olan Kırım
Sürgünü’nde;
metrekareye üç-dört kişinin düştüğü gece gündüzün bile farkedilemeyeceği kadar her tarafı
kapalı tren hangarlarında balık istifi sürgüne gönderilen soydaşlarımızın: “Çocukları havaya
kaldırın nefes alsınlar, ölmesinler!” haykırışları kulaklarımda çınladı; bu haykırışa
gözyaşlarımla cevap verdim. Tren hareket etmeden, geri de kalanlara ve ecdat toprağı
Kırım’a titreyen ellerimle el salladım!
Kırım Sürgünü ile ilgili çekilen belgeselleri rejisörün gözünün odaklandığı kamerasıyla değil,
kalp gözümün odaklandığı acı hislerle gördüm!
Gelelim günümüze:
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Ukrayna’da kalan Kırım, 18 Mart 2014’te Rusya tarafından
işgal edildi. Bu işgal uluslararası devletlerce tanınmadı. O gün bu gündür uluslararası hukuk
mantığına göre;
Kırım sorunu, artık Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan uluslararası bir sorun haline geldi.
Ah benim, tarih bilmeyen her türlü algıya açık milletim!
Biz mutlaka taraf tutacağız ya; Kırım’ın Türklerle ilgili tarafı hak sahibi olduğu tartışılmasın,
arka planda kalsın diye yapılan algıya, istendiği üzere ne güzel uyduk.
Bazı insanlar, bakış açılarına, siyasi görüşlerine göre, bu iki devletten birinin haklılığı
konusunda tercih yaptılar.
Rus seviciler Ruslar haklı; Rus düşmanları ve Ukrayna’yı, Rusya’ya göre daha yakın bulanlar,
Karabağ Savaşı’nda siyasi de olsa Azerbaycan’a destek vermesinden kaynaklı Ukrayna’ya
pembe bakanlar Ukrayna’dan yana oldu!
Yüzyıllarca bizim toprağımız olan, Zorla elimizden alınan Kırım’da;
Ecdadımın, zorla sürgün edilen soydaşlarımın, tarihi, anıları; zorla gönderilirken haykırışları
var;
Peki, o kadar çile çeken, ecdadının ve kendi tarihi yağmalanan, yok sayılan;
Türk’ün hakkı ne olacak!
Rusya haklı olsa ne olur, Ukrayna haklı olsa ne olur BANANE!
Sağlık, huzur, saygıyla kalın!